28.7.12

Alışveriş #1 / Kadıköy Kabalcı

Kadıköy'e Kabalcı açıldığını duymayan kalmamıştır herhalde. Benim ilk duyduğumda yüzümdeki kocaman gülümseme, mağazanın önüne gelince daha da bir arttı. Çünkü Kadıköy Kabalcı, İETT otobüs duraklarının hemen karşısında ve ben okuldan dönerken her gün oradan geçerim. Üniversiteye başladığımdan beri her dönem başı ve her depresyon dönemi Kabalcı dönemidir benim için. Gider bütün ürünleri tek tek inceler cebimdeki paranın neredeyse tamamını kitaplara, kalemlere, defterlere verir çıkarım, hele o Morning Glory defterler! Bunun içindir ki babam bu haberi duyduğunda önce bir duraksadı. Ama o da benim gibi bir kalem-kağıt-kitap fedaisi olduğundan çok da içerlemedi bu duruma.

İlk ziyaretimde henüz tam yerleşmemişti mağaza bunun içinde küçük şeyler alıp çıktım.
Resimde gördüğünüz siyah kurşun kalemler Morning Glory. Ben kurşun kalemi özellikle silgililerini çok seviyorum. Ortada ki açık renk olan Bic marka, ben daha ilkokuldayken babam alırdı, kalemi çok sert tuttuğum için ucu çabuk kırılırdı bunun içinde esnek kalemlerden almıştı bana. Hala kalemi çok sert tutuyorum sanırım hatta bunun için parmağımda oldukça belirgin bir nasır bile mevcut. Diğerleri ise Stabilo'nun kalemleri. Stabilo ve Bic'i evimin yakınlarındaki bir kırtasiyeden aldım fakat bunlar sonuncuydu :/. Olsaydı birer paket almak isterdim. Ben hep aynı kalemleri kullanmaktan hoşlanıyorum. Burada resmi olmayan bir de altın sarısı alkım kalemlerim var sürekli kullandığım. Onları da müstakil bir yazıda toplayacağım ileri ki günlerde.

Paper clipler yani ataçlar ise minik siyahların üstünde bir marka yazmıyor ama altın sarısı olanlar Morning Glory ve itiraf etmeliyim ki onları sırf renklerinden dolayı aldım. Ben altın sarısı rengini önceleri hiç sevmezdim ama ne olduysa üniversiteye başladıktan sonra oldu ve bir anda altın sarısı tutkunu haline geldim. Ben paper clipleri ya notlarım için ya da farklı amaçlarla kullanıyorum. Paket ağzı kapatmak, bitmiş diş macunu için kullanmak bu amaçlardan bazıları. İleri de bunları da ayrı bir post halinde size sunmayı amaçlıyorum.

Bu minik alışveriş ne kadar niteliksiz de olsa benim ilk Kadıköy Kabalcı alışverişim olması sebebiyle benim için çok özel.

Eğer ataçları ve kalemleri beğendiyseniz Kabalcı'dan alınanlar her iki Kabalcı mağazasında da mevcut. Diğerlerine ise yani Stabilo ve Bic olanlara ise daha önce Carrefour'larda rastlamıştım.

Hepinizin mutlulukları umarım benim şu minik alışverişimden aldığım zevkin on milyon bin yüz katı fazlası olur!

Bu acemi blogger’a birkaç kelimede olsa yorum bırakırsanız çok sevinirim. Yapıcı eleştirileri kim sevmez ki?

27.7.12

Yeni Bir Okuma Hedefi


Daha önceki yazılarımda Alkım sevgimden ve bitmeyen taksit paradoksumdan bahsetmiştim. Durumum o kadar vahim bir durum aldı ki artık oradaki görevlilerle aramızda bir şaka konusu bile oluyor bu durum. Kasıma kadar kendime kitap alma yasağı uyguluyorum. Kasımda hepimizin malumu TÜYAP kitap fuarı var. Hem bu sırada fuar içinde biraz birikim yapmış olurum. Zira istediğin her kitabı bulmak bir yana oradan kitap almak ve eve ellerin kolların kitap dolu olarak dönmenin zevki de bir ayrıdır.

Tabi kitap alma yasağının maddi yanı sıra asıl önemli kısmı elimdeki kitapları bitirmek. Elimde mutlaka okunması gereken edebi eserlerden tutunda, Cemil Meriç gibi okunmayanın ayıplandığı kaynak eserler de mevcut. Buna çare olarak da bu süre içinde elimdekileri bitirmeye karar verdim. Bu ana kitapların yanına keyiflik kitaplar eklemeyi de eksik etmedim. Ama geride hala Thomas More'un Ütopyası, Ahmet Hamdi'nin Mahur Bestesi gibi çok önemli eserler var. Belki dayanamayıp onlara da el atabilirim.
Bizim evimizde çok geniş bir kütüphane var içinde hukuk kitapları, klasikler, dini kitaplar, psikolojiye dair kitaplar gibi pek çok konu yer alır. Kitaplarımıza mahsus bir odamız olmasına rağmen oraya dahi gönlümüzce sığabilmiş değiliz.

Benim okuma alışkanlığım anne-babamdan geliyor. Babam da benim gibi hukukçu hatta o bir avukat hem alanı ile ilgili kitapları çok okur hem de ne türden olursa olsun kitap okumaya çok meraklıdır. Hatta bu merakını tutkusunu eline geçirdiği her gence de empoze eder. Onun bu nasihatleri çevremizde meşhurdur.
Ben Çalıkuşu'nu (ki kendisi benim en sevdiğim eserdir), Freud'u, Nietzsche'yi, dini ve felsefi kitapları hep annemden gördüm. Ben küçükken sürekli bu kitapları okur beni de özendirirdi. Annem henüz 10 yaşındayken rus klasiklerini tam metin ciltli çevirilerinden okuyup bitirmiş. Bizim kütüphanemiz gibi rahmetli dedemin kütüphanesi de çok zengindi. Bir okuduğunu unutmaz annem, bu bakımdan ona çok özenmişimdir hep. 

İşte böyle bir ortamda elimdeki kitapları bitirmek ve ailemizin her bireyi tarafından kütüphaneye katılacak yeni eserler için hazırlıklı hale gelmek çok önemli. İsterseniz bir de okunacaklar listemize göz atalım;


  1. Jurnal I / Cemil Meriç
  2. Bu Ülke / Cemil Meriç
  3. Bir Dünyanın Eşiğinde / Cemil Meriç
  4. Saint Simon / Cemil Meriç
  5. Umrandan Uygarlığa / Cemil Meriç
  6. Mağaradakiler / Cemil Meriç
  7. Kırk Ambar I  / Cemil Meriç
  8. Kırk Ambar II / Cemil Meriç
  9. Işık Doğudan Gelir / Cemil Meriç
  10. Babam Cemil Meriç / Ümit Meriç
  11. Esir Şehrin İnsanları / Kemal Tahir
  12. Esir Şehrin Mahpusu / Kemal Tahir
  13. Yol Ayrımı / Kemal Tahir
  14. Beş Şehir / Ahmet Hamdi Tanpınar
  15. Güvercinin Kanatları / Henry James
  16. Soneler / William Shakespeare
  17. Bir Savaşın Tasviri / Franz Kafka
  18. Kendine Ait Bir Oda / Virginia Woolf
  19. Gülliver’in Seyahatleri / Jonathan Swift
  20. Hükümdar / Machiavelli
  21. Anadolu ve Ermenistana Yolculuk
Elbette bu eserlerin hepsini bitirmem mümkün değil ama en azından bu listeyi oldukça eritmeyi planlıyorum. Bana şans dileyin ve takipte kalın bu eserler okurken ve bittiğinde sizinle daha detaylı bilgilerini paylaşacağım;)

Bu acemi blogger’a birkaç kelimede olsa yorum bırakırsanız çok sevinirim. Yapıcı eleştirileri kim sevmez ki?

Uğultulu Tepeler / Emily Brontë


Kitap Adı :           Uğultulu Tepeler
Yazar :                 Emily Bronte
Çevirmen   :         Naciye Akseki Öncül
Yayınevi :             Can
Tür :                     Roman
Sayfa Sayısı :        405
Alıntı :                   “Eşiği atlamadan önce, evin ön cephesine, özellikle giriş kapısının çevresine serpilmiş acayip kabartmaları incelemek için durdum. Kapının üstünde, artık çürüyüp dökülmeye başlamış ejderhalarla çıplak çocuklar arasında ‘1500’ tarihini ve ‘Hareton Earnshaw’ adını seçtim. Bir şeyler söyleyip hırçın sahibinden bu evin geçmişiyle ilgili kısa bir bilgi isteyecektim; ama kapıdaki duruşuyla, ya hemen içeri gir ya da çek git, der gibiydi. Benim de evin içini görmeden onun sabrını tüketmeye hiç niyetim yoktu.”
Arka Kapak :      “İngiltere’de XIX. Yüzyılın ikinci yarısı, “Victoria Dönemi” olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşunu simgeler. Bronte kardeşler, kadının edebiyatla uğraşmasının hoş görülmediği bu yıllarda, önce bir erkek kimliğiyle şiirler, sonra kendi adlarıyla klasikler araında yer alacak üç önemli romana imza atmıştır. Emily Bronte 1848’de öldüğünde dünya edebiyatının en güzel romanlarından birini, Uğultulu Tepeler’i bırakmıştır ardında. Bu Victoria dönemi romanı, kimine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aşk romanı, kimine göre her okunuşunda değişik tatlar veren çağlar ötesi bir eser, ya da insanın içine işleyen bir anlatımla dile getirilmiş uzun bir şiirdir.
Ölümünden bir yıl önce bitirdiği Uğultulu Tepeler’deki kişilerin yalnızca hayal ürünü kişiler olmadığı, Bronte’nin çevresindeki gerçek kişilerden derin izler taşıdığı da bir gerçektir. Sevgi, kin, nefret, öç alam tutkusu gibi duygularla örülü bu gençlik öyküsü (…). Daha otuz yaşındayken veremden ölen, son derece duyarlı, hiç evlenmemiş bu genç kadın yazar, tüm canlılığıyla bu romanda vardır. Okuyanın yaşına, deneyimlerine ve duyarlığına göre değişkenlik gösteren, farklı zamanlarda okunduğunda değişik tatlar veren, tekrar okuma isteği uyandıran bir başyapıt.”
Yorum :                               Uğultulu Tepeler aşk, nefret, öç alma, hırs gibi duyguları çok yoğun içeriyor. Bunlardan çoğu benim henüz tanışmadığım duygular onun içinde ben kitabın içindeki öyküye bu noktada yabancı kalıyorum. Ve kitabı bir daha okumayı düşünüyorum çünkü kitabın arka kapağında da okuduğum yorumlarda da her okunuşunda ayrı bir tat verdiği söyleniyor, bunu yaşamayı isterim.
Puan :                   7
Not :                     Arka kapaklarını da yazdığım romanların yorumları eksik kalıyor çünkü zaten inandığım şeyler, düşündüklerim orada belirtiliyor aksi halde orada yer almazlardı. Yetersiz yorumlarımı acemiliğime veriyorum, ileride her şey daha profesyonelce olacak.


Bu acemi blogger’a birkaç kelimede olsa yorum bırakırsanız çok sevinirim. Yapıcı eleştirileri kim sevmez ki?

Sırça Fanus / Sylvia Plath


Kitap Adı :           Sırça Fanus
Yazar :                 Sylvia Plath
Çevirmen :           Handan Saraç
Yayınevi :            Can
Tür :                    Roman
Sayfa Sayısı :       275
Alıntı :                 “Yazı masamın üstündeki ayna hafifçe çarpık ve aşırı parlak görünüyordu. İçindeki yüz, dişçilerin cıva küresinden yansıyor gibiydi. Çarşafların arasına sokulup uyumaya çalışmayı düşündüm ama bu düşünce de, kirli, karalanmış bir mektubu yeni, temiz bir zarfa tıkıştırmak kadar tatsız geldi bana. Sıcak bir banyo yapmaya karar verdim.
Sıcak bir banyonun iyileştiremeyeceği pek çok şey olamlı ama bunların çoğu benim bilmediğim şeyler. Öleceğimi düşünerek hüzünlendiğim. Uyuyamayacak kadar sinirli olduğum ya da aşık olduğum kimseyi bir hafta boyunca göremeyeceğim zamanlarda, aşağılara doğru iner, iner, sonra kararımı veririm: ‘Gidip sıcak bir banyo yapacağım!’
(…)
O duru, sıcak suyun içinde uzanıp yatarken tüm pisliklerden arındığımı hissediyordum. Banyodan çıkıp da otelin kocaman, beyaz, yumuşacık havlularından birine sarıldığım zaman kendimi yeni  doğmuş bir bebek kadar temiz ve sade hissettim.”
Arka Kapak :     “Sırça Fanus XX. Yüzyıl edebiyatının efsane yazarlarından Sylvia Plath’in tek romanı. İlk kez 1963’te yayımlanan kitap, Plath’in kendi gençlik bunalımlarından yola çıkan, büyük ölçüde özyaşamöyküsel bir yapıt. Amerikalı aydınlar üzerinde acımasız bir baskı kuran McCarthy döneminde, üniversite öğrencisi genç bir kızın zihinsel rahatsızlığını, intihar girişimini ve yeniden yaşama dönme uğraşını anlatır Sırça Fanus. Ne var ki, Plath’in şaşırtıcı akıcılıktaki üslubu ayrıntılara inen keskin gözlemciliği ve kurgulama ustalığı, Sırça Fanus’u iç karartıcı bir bunalım romanı olmaktan çıkarır, insan ruhunun derinliklerinde cesaretle gezinen eleştirel yapıta dönüştürür. Şiirleri ve öykülerinde de yabancılaşma, ölüm ve kendini yok erme temalarını işlemiş olan Plath, bu romanın yayımlanmasından bir ay sonda, otuz bir yaşında, yaşamına kendi eliyle son vermiştir.”
Yorum :               Sırça Fanus oldukça depresif lakin şiirsel bir roman. Plath’i ve başarılı genç bir kadının yaşadığı içsel çatışmaları anlatan bu roman aslında (o kadar yoğun olmasa da) kıyısından köşesinden her kadından bir parça taşıyor. Betimleme dolu roman şeklinde bir şiir…
Puan :                   7 

24.7.12

Lamy Dolmakalem


Dolma kalem sevdam babamın ortaokuldayken güzel yazı dersi için aldığı yazı seti ile başladı. Ben klasiklerden hoşlanan romantik bir insanım. Dolma kalem bana her zaman daha içten daha sahici gelmiştir. Lakin el yazım kötü olduğundan onun da hakkını veremem. Kalem setimin dolma kalemi kayboldu, çok aradım zamanında ama bulamadım. Hukuk Fakültesine başladığım zaman babamdan güzel bir yazı seti talep ettim. Ama gerek fiyatlarının yüksekliği gerekse zevkime uymamaları sebebiyle keyfime göre bir sete denk gelemedim. Bu sırada http://yolunneresindeyim.blogspot.com ’da Serrose’nin Lamy’lerden bahsettiğini gördüm. Hem fiyatlarının uygunluğu, hem kaliteleri hem de o şeker gibi renkleri beni cezp etti. Daha sonra araştırma yaparken http://kimbucemk.com/inceleme/biraz-kagit-fazlasiyla-kalem/ bu linkte ihtiyacım olan her türlü detayı buldum. Her şeyi o kadar güzel ve net anlatmış ki. Ve kararımı vermiş olarak Nezih’in yolunu tuttum. Kadıköy Nezih’in elemanlarının da yardımıyla Lamy Safari Beyaz, Lamy Siyah Mürekkep ve Çevirici Adaptör (sanırım böyle deniyor) edinmiş oldum.
Bu babamın hediyesi kalem setim, içinde mektup açacağı, uçlu kalem, tükenmez kalem ve dolma kalem vardı. Dolma kalem eksiğimizle devam ediyoruz yolumuza. benim için çok ama çok kıymetliler.


Ben kalemde klasik beyazı tercih ettim. Hem daha sonra seti tamamlarken sağlayacağı kolaylık, kem de klasik olması açısından. 


Uç olarak F tercih ettim. Yani ince ama çok ince de tercih edebilirmişim çünkü el yazım çok küçük olduğundan kalın kalıyor.

Mürekkep olarak yine Lamy’nin siyah mürekkebini aldım. Mürekkebin yanından çıkan şey beyaz peçete, böylece mürekkebinizi doldurduktan sonra kaleminizi temizleyebiliyorsunuz. Hem Lamynin farklı renkleri hem de çok güzel farklı mürekkepler mevcut piyasada ama ben henüz deneme fırsatı bulamadım. Sanırım o kadar profesyonel bir dolmakalem kullanıcısı değilim.

İlk resimdeki tüp kalemin yanında geliyor. İsterseniz tüp yahut adaptör kullanma şansına sahipsiniz. Ben adaptör aldım hem daha ekonomik, hem daha kullanışlı ve uzun ömürlü. Ayrıca ileride farklı mürekkeplerle kullanma olanağınızda var.

Son olarak eğer siz de benim gibi kalem-kağıt ikilisinden hoşlanan biriyseniz size önermek istediğim bir adres var; http://writetomeoften.blogspot.jp/

Mutluluğunuz çocukluğunuzda içtiğiniz o tatlı gazozların on milyon bin yüz baloncuku kadar çok olsun...

22.7.12

Bir Ressamın Bahçe Güncesi / Aysun Berktay Özmen



Kitap Adı :          Bir Ressamın Bahçe Güncesi
Yazar :                Aysun Berktay Özmen
Yayınevi :            Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı :      300
Alıntılar :             "Yüreğime, günceye ve bahçeye ağaçkakan formundaki kapı tokmağının ipini çekerek giriyoruz. Bahçenin doğanın bir parçası olduğunu, doğanın sonbaharda sarılarla, turuncularla kalplerimizi nasıl ısıttığını, kış gelmeden yapılan işleri, kar yağdığında o güzelim şiirsel senfoniyi, bahçe hayvanları olmadan bir bahçenin ne kadar renksiz olacağını, ilkbahar gelince toprağı delercesine fışkıran filizlerin gizemini, bir parça tohumun ne mucizeler yarattığını (…) gözler önüne seriyor.”
Arka Kapak :     “Kendi çocukluğumun uzak bahçesinden çıkıp geliyorum. Bu bahçe benim mi? Yoksa bir düş mü gördüğüm? Arı vızıldamaları gerçek olduğunu söylüyor. (…) Güncemde yüreğimle ve fırçamla yaptığım sulu boya resimler var. Bahçemdeki kuşlar, kelebekler, gölün üzerinde uçuşan yusufçuklar, yaz akşamları kedinin mamasını yemeye gelen kirpi, suda kurbağalar, ördekler, fındık faresi ile kızılgerdan… Renkler, paletimdeki renkler gibi birbirine karışıyor. Sincap ceviz ağacında takırdıyor. Doğanın senfonisini dinliyorum.”
Yorum :              İçten ve yalın dili ile etkileyici, sürükleyici yürek ısıtan bir kitap. Bahçeye dair faydalı bilgileri içeren bu kitap aynı zamanda bu konuda kaynak bir kitap olma özelliğini de taşıyor. Bir solukta büyük bir keyif ve mutlulukla okunan, resimleri sayesinde sanki oradaymış hissi veren nefis bir eser.
Notlar :             “Bu kitabı ilk TÜYAP 2010’da görmüştüm. O zaman alma imkanım olmamıştı. Sonra uzun bir süre alınacaklar listemde bekledi, gidip gelip sevdim onu. Ve bir anda göremez oldum. Sonunda doğum günümde birkaç kitapçı gezdikten sonra kitabıma kavuştum. Sizlerin de var mıdır böyle kavuşulamayan aşk hikâyeleriniz?
Puan :                8



Van Gogh Alive


Hayatının en güzel sergisini nasıl anlatır insan? Dünyanın en heyecanlı, en etkileyici şeyi! Hatta bence bu dünyaya dahi ait değil!
Tamam, en baştan başlıyorum anlatmaya. Van Gogh Alive, ünlü ressamın hayatını, eserlerini, ve hatta hissettiklerini, duygularını insana sergileyen değil, yaşatan bir sergi olmuş. Sergiye girmeden önce ilk salonda sizi ressamımızın hayatıyla ilgili bilgiler içeren tablolar karşılıyor. Bunları okuma çok önemli çünkü sergide bu bilgiler gibi dönemlere ayrılmış durumda. Aksi halde gördüğünüz eserlerin ve kompozisyonların bir manası olmayacaktır. Ayrıca benim yaptığım gibi önceden bir eser okuyarak gitmeniz de sergiyi anlamanız açısından oldukça gerekli. Sergimizin amacı ressamın eserlerinden çok, ressamı anlatmak. Ben sergiye doyamadım.
Çok erken gitmeme rağmen saatlerce dolaştım, tam çıkmaya niyetlenmişken dayanamadım tekrar geri döndüm. İstanbuldaki sergide çıkışta bir de satış alanı vardı, buradan kartpostallar, ve kitap ayracı aldım. Umarım Ankara ‘da da olur çünkü aklımda kalan o kadar güzel şeyler var ki… Kalem kutuları, mini yap-bozlar, ve şahane magnetler. Van Gogh Alive hayatta mutlaka yaşanması gereken bir deneyimdi…
Bunu böyle anlatıyorum çünkü yukarıda daha önce söylediğim gibi henüz Ankara ayağı gerçekleşmedi  serginin. Henüz hiçbir şey için geç değil. Ben sabırsızlıkla 15 Ekim – 30 Aralık tarihleri arasında Ankara – CerModern’de gerçekleştirilecek sergiyi bekliyorum. Aşk ile bir daha…

Büyük Ressamlar Serisi / Van Gogh



Koleksiyon yayınlarından çıkan Büyük Ressamlar serisi Cezanne, Michelangelo, Picasso, Monet, Manet, Van Gogh, Gauguin, Degas, Renoir ve Rembrandt kitaplarından oluşuyor. Her kitapta Sanatçı&Dönemi, Sanatçının Hayatı, Sanatçının Vizyonu, Sanatçının Etkisi ve Sözlük bölümleri yer alıyor. Biz birazdan Van Gogh’u inceleyeceğiz. Koleksiyonun link ise; http://www.koleksiyonyayinevi.com/katalog/ressamlar-serisi.aspx 



Kitap Adı :           Van Gogh
Yazar :                 David Spence
Çevirmen :            İlker Sevinç
Yayınevi :             Koleksiyon
Tür :                     Biyografi
Seri :                    Büyük Ressamlar
Sayfa Sayısı :        31
Alıntılar :              “…fırça darbeleri bazen tıpkı bir sohbet esnasındaki ya da mektuptaki kelimeler gibi kalın ve hızlı bir şekilde çıkıyor…”
                           “Gözlerimle gördüğüm şeyin aynısını yapmaya çalışmaktansa, kendimi daha güçlü ifade etmek için renkleri daha keyfi kullanırım daha iyi.”
                            “Krizden önce acıdan ziyade korku hissediyorum… Tıpkı intihar etmeyi düşünen ve suyu soğuk bulup tekrar kıyıya çıkmak isteyen biri gibi tüm gücümle iyileşmeye çalışıyorum.”
Yorum :                Kitap Van Gogh’u başlıklara ayırmış; hayatı, vizyonu, etkileri vb gibi…  Hayatı kısa bir kronoloji halinde tabloya dökülmüş bunun dışında metinde kopukluklar var.  Başlangıç olarak yine de yeterli ve bilgilendirici bir eser.
                             Ayrıca kitabın sayfa düzeni ve resimler çok etkileyici. Sayfalar Van Gogh’la bütünleşmiş ve çok anlamlı bir şekilde bir araya getirilmiş. Görsel açıdan oldukça zengin. Gerek Van Gogh’un gerekse çağdaşlarının resimleri oldukça açıklayıcı ve örneklendirici nitelikte.
                             Kitapta yalnızca Van Gogh değil çağdaşları, yaşadığı dönemdeki dünya düzeni de ele alınmış. Bu ressamı bir bütün olarak görmek açısından oldukça faydalı bir davranış.
Notlar :                  Ben kitabı Van Gogh Alive sergisinden önce okudum çok detaylı olmasa da giriş için yeterliydi, zaten 31 sayfalık bir kitaptan daha fazlasını da beklememeli. Edindiğim bilgiler sergide oldukça işime yaradı. Hatta sergi sırf onlarla verimli bir hal aldı da diyebilirim.             
                             Ben kitabımı Alkım’dan aldım. Büyük Ressamlar serisi için bir stant oluşturulmuş durumda. Rıhtım caddesi kapısından girince hemen sağda kalıyor, dünya klasikleri koridorunun başında.
                             Ben de serinin Monet, Manet, Rembrandt kitapları da var fakat daha okuma fırsatı bulamadım. Okuma fırsatı bulduğumda onları da değerlendireceğim.
Puan :                    8

Parçası Benden / Sibel Eraslan


Kitap Adı :          Parçası Benden
Yazar :                Sibel Eraslan
Yayınevi :            Dergâh Yayınları
Tür :                    Hikâye
Sayfa Sayısı :      148
Hikâyeler :          Şarkılar Seni Söyler / Sevgili Sesilya Abla / Parçası Benden / Maa / Ay Dersleri / Annem ve Arkadaşları ve Bob Ross / Çevirgel / Mübadil
Alıntılar :             “Hâlbuki bir ikindi uykusu, tatlı bir ağaç serinliğiydi, ayakları dibinde kıvrılıp oturacağım ıhlamur ağacımdı Kenan…”
                           “Dev kalemtıraşların içinde, ucu sürekli sivriltilen keskin bir kalemdim sadece. Her seferinde hoyratça kırılan, sonra yeniden ucu açılan, ucu açılıp sivrildikçe tükenen…”
Arka Kapak :      “Seksek oyununda kuraldır; Taşımız kırıldığında, herkesten önce “Parçası Benden!” diye yüksek sesle bağırmazsanız, oyundan atılırsınız. Hayat da böyle değil midir? Taşı kırıktır biraz… Ve parça parça bulurlar bizi, parça parça…”
Yorum :         “Parçası Benden, etkileyici ve dokunaklı kadın hikâyeleri ile oldukça ağlattı beni. Sibel Eraslan’ın tatlı ve betimleme dolu hoş bir dili var. Gerçekçi ve etkileyici hikâyeleri ile günümüz kadınının en ince duygularına ışık tutuyor.
Puan :                   9

Herşey Bu Gün Başladı



Minik Bir Not: Öncelikle mevcut gecikmeden dolayı çok özür dilerim. Yaz okulu vizelerim dolayısıyla buralara oldukça uzak kaldım. Ama bunu birazdan uzun bir maraton ile telafi edeceğim. Yazılarımın bir kısmı hazır olsa da ben hepsini bir arada yazmak istedim. Umarım hoşunuza gider...

Uyarı: Bu ve bundan sonraki 7 yazı birbiriyle bağlantılı olacaktır. İlk yazılarımın uzun ve sıkıcı olmasını istemediğimden ve dahi özellikle kitaplara ayrı ayrı yer vermek istediğimden böyle bir yönteme başvurdum. Birbiriyle bağlantılı 8 konuyu ayrı ayrı ele alacağım. Ve umuyorum ki linklerle de birbirine bağlayacağım:)

Her şeyin başladığı gün aslında 03.05.1991 gecesi ama o kadar gerilere gitmeye gerek yok. Bu yıl özel bir doğum günü geçirmeyi çok istedim. Lakin doğum günümü ne haftalar öncesinden hatırlattığım hatta hediye siparişi bile verdiğim babam, ne de en yakınlarım adam akıllı kutlamadı. Ama artık önemsemiyorum çünkü bu da kendime hayatta yeni bir yol çizmemi sağladı. No Reservations filminde Kate karakteri (Catherine Zeta Jones) şu sözleri kullandı: “İlkeli olmanın nesi yanlış? Bu her şeyi dizginlemek değil, sadece her şeyi düzgün yapmak isterim. Bu yüzden de sonunda her şeyi kendim yaparım.” Aslında benim durumumda oldukça böyle. Yok yere ilkelerimden taviz vermekten hiç hoşlanmıyorum, her şeyin düzgün yapılması ise bence çok önemli. Zamanında taviz verdiğim bunca şeyi düşününce keşke diyorum, hep sınırlarımı korusaydım. İşte bu katı ilkelerle yola çıktım ve kimseden bir şey beklemeden kendime harika bir doğum günü düzenledim. Tabi kendi başıma… Belki pasta yoktu ama bolca kitap ve kahve vardı, yetmez mi?




Doğum günüme önce kendimi içinde en iyi hissettiğim şeyleri giymek ve o sabah kendime iyi davranmakla başladım. Sabah erken kalkıp erkenden yola çıktım. Harika bir vapur yolculuğundan sonra kimin içine mutluluk dolmaz ki. Ne zaman sıkılsam bunun yeterince vapura binmemekten dolayı olduğunu düşünür oldum artık. Ardından Karaköy’de güzel bir kahve ve kruvasan eşliğinde güzel kitabım “Parçası Benden” ile kahvaltı yaptım. Kendisinden burada bahsedeceğiz; Parçası Benden İçin Tıklayın Daha sonra oradan tarihi Karaköy sokaklarından Antrepo 3’e gittim. “Van Gogh Alive”ın tadını çıkardım. Tabi gitmeden önce araştırma yapmamın bu sefaya katkısı çok. Araştırmalarım için kullandığım kaynaklardan da burada bahsedeceğiz; Van Gogh İçin Tıklayın Hatta kendisinde çok uzun süre kaldım. Hatta bir çıktım ama dayanamadım, bir daha girdim. Ama biz çok abartmayalım çünkü kendisinden burada bahsedeceğiz; Van Gogh Alive İçin Tıklayın  Sevgili Düğme’yle buluşmak için Kadıköy’e geçtim. Kendisini beklemem gerektiği için bana biraz kitapçı gezme fırsatı doğmuş oldu:) önce çok istediğim “Bir Ressamın Bahçe Güncesi” eserini almak için yol üstündeki bir kitapçıya, Ada’ya uğradım ki biz kendisinden burada detaylı olarak bahsedeceğiz; Bir Ressamın Bahçe Güncesi İçin Tıklayın Oradan Nezih’e geçip sevgili ilk “Lamy”me kavuştum, ki biz kendisinden burada bahsedeceğiz; Lamy İçin Tıklayın Daha sonra sevgili dostumla buluşup bir kahve daha içme mutluluğuna erdim. Oradan birlikte Alkım’a geçtik ki bu günün mutluluğunun tavan yaptığı anlardan biriydi. Alkım benim için her zaman özel bir yer olmuştur. Daha ilkokuldayken babam beni alır oraya götürürdü. Alkım kartımı ilk aldığımdan beri bir ayım bile taksitsiz geçmedi. Bitmeyen bir taksit paradoksum var. Ama yine de halimden memnunum. Oradan da “Sırça Fanus”, “Uğultulu Tepeler” ve “Kendine Ait Bir Oda” aldım. Ki biz biri hariç kendilerinden burada bahsedeceğiz Sırça Fanus İçin Tıklayın , Uğultulu Tepeler İçin Tıklayın . Elim kolum kitap dolu eve dönerken duyduğum mutluluğu tahmin edersiniz. Hepinize böyle güzel günler dilerim. Mutluluğunuz elektrik kesildiği gece gökyüzündeki yıldızlar kadar bol olsun:)
Bunlar da doğum günü hediyelerim; İncesaz / Kalbimdeki Deniz, Sylvia Plath / Sırça Fanus, Emily Bronte / Uğultulu Tepeler, Virgina Woolf / Kendine Ait Bir Oda, Arkadaşlarımdan / Kırmızı Keds, Aysun Berktay Özmen / Bir Ressamın Bahçe Güncesi, Lamy Safari Beyaz


Bu acemi blogger’a birkaç kelimede olsa yorum bırakırsanız çok sevinirim. Yapıcı eleştirileri kim sevmez ki?

8.7.12

Merhaba!


Ben nur.
Koşmazsam yürürüm,
Yürümezsem okurum,
Okumazsam ölürüm...
Bu bir kaç cümle kısaca anlatıyor beni. Eğer bir hedefim varsa durmaksızın koşarım ona. Yalnızca ufukta görünense gelecek,  emin adımlarla yürürüm ona. Lakin yoksa uğrunda koşulacak bir hedef yahut yürünecek ufuk, daha çok okurum o zaman, zamanı dondurarak. Sanmayın ki okumak yalnızca dururken olur. Ben koşarken, yürürken de okurum. Okumazsam ölürüm.

Bu blogsa çokbilmiş blog. Çok okumak isteyen bir kız görmüş, ondan gördüklerini anlatmaya koyulmuş blog. Bazen ben alacağım kalemi elime bazen o. Kavgasız gürültüsüz, kütüphane sessizliğinde ve huzurunda bir süreç olacak bizim ki. Kimi zaman okunanlardan, kimi zaman okunacaklardan bahsedeceğiz, hedeflerimiz, okurken dinlediklerimiz, gezdiklerimiz, ve tabi okumanın olmazsa olmazı yazdıklarımız, "yazacak"larımız(yani kalemlerimiz defterlerimiz) hepsi olacak burada. Burası bizim kimseye açmadığımız şahsi hayatımız. Kitap sen ne mahrem, ne güzel şeysin öyle?
Şöyle kütüphane koksa biraz keşke. Hepimize bir nefeslik mutluluk getirmez miydi şimdi?

Yine bekleriz, biz hep buralardayız.